“Büyük Hikaye“
- Rıdvan Salih
- 19 Mar 2017
- 3 dakikada okunur
“Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır. Aradan aylar geçtiği halde bir türlü bu tesirden kurtulamadım. Ne zaman kendimle baş başa kalsam, Raif efendinin saf yüzü, biraz dünyadan uzak, buna rağmen bir insana tesadüf ettikleri zaman tebessüm etmek isteyen bakışları gözlerimin önünde canlanıyor. “
Hakikat Gazetesi, 18 Kânunuevvel 1940

1517 yılında Andrea del Sarto tarafından yapılan bir yağlı boya tabloda[1], bir kaidenin üzerinde duran Bakire Meryem’e ait tasvirin, Türk Edebiyatı’nın en hüzünlü aşk hikayelerinden birinde sembolleşeceğini -hatta bu rönesans eserinin zaman zaman popüler kültüre malzeme olacağını- ne ressam Andrea del Sarto ne de bu aşk hikayesinin muharriri Sabahattin Ali bilemezdi. Hakikat Gazetesi’nin 18 Aralık 1940 tarihli sayısının okuyucuları da, Ankara’nın harikulade sonbaharını doya doya içlerine çekerek Büyük Hikaye’nin bu ilk satırlarını okurken, hikaye nihayete erdiği zaman her bir kadının Maria Puder, her bir erkeğinse Raif efendi halet-i ruhiyesine bürünerek melankoliye düşebileceğini tahmin edemezlerdi.
Ismarlama bir eser olarak Büyük Hikaye adı ile tefrika edilmiş olan Kürk Mantolu Madonna, gazete sahibinin eseri beğenmediği için telif ücretini ödemekten vazgeçmesi ile Sabahattin Ali’ye zor günler yaşatmış olsa da, bugün edebiyatımızdaki en çok okunan eserlerden biridir. Eserin yıllar içinde bu kadar geniş bir okuyucu kitlesine ulaşması, batılı ve dışa dönük Maria Puder karakteri ile, bastırılmış ve sindirilmiş kişilikli, doğu kültürüne ait olan Raif efendi arasındaki ilişkinin merak ve gerilim unsurları ile ustaca birleştirilerek son sayfaya kadar taşınmasına bağlanabilir.
Tefrika edilmiş olan eserler içinden günümüze kadar yaşayarak klasikleşenlerin hemen hemen hepsinde ortak olarak görülen şey, Kürk Mantolu Madonna örneğinde de olduğu gibi okurların hayattan ve kendisinden çok şeyi bu romanlarla özdeşleştirebilmesine olanak sağlaması ve akıcılığıdır. Monte Kristo Kontu, Büyük Umutlar, Üç Silahşörler ve Suç ve Ceza gibi tefrika edilmiş olan yabancı klasiklerde de bu durumu görürüz.
İletişim kanallarının yıllar içinde değişim göstermesi ile edebiyattaki tefrika türü de metamorfoza uğrayarak çeşitli formlarda tekrar tekrar karşımıza çıkmıştır. Eskiden gazete tirajlarının tefrika okuyan okurların ilgisine göre azalıp artması ile bugünkü televizyon dizilerinin reyting savaşları arasında bir analojiden söz edebiliriz. Hatta bu analoji ülkemizde o kadar kuvvetlidir ki Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü, Dudaktan Kalbe, Küçük Kadınlar gibi klasikleşmiş olan Türk romanlarının bir nevi yeniden ve parçalanmış olarak üretimi, plazalardaki beyaz yakalı çalışanların yemek molalarından mahalle arasındaki altın günlerine kadar toplumun her katmanında kendine karşılık bulmuştur. Bu yoğun ilgiyi sadece eserlerin sürükleyiciliği ya da hayatla içi içeliğine bağlamak yetersiz olur, toplum olarak genetik kodlarımıza işlemiş olan dedikoduseverliğin etkisini de yadsımamalıyız.
Annelerimizden duymuş oluğumuz yahut eski bir sahafın raflarında karşılaştığımız Hülya Koçyiğit’li Çetin Tekindor’lu siyah beyaz kapaklı fotoromanlar da “arkası yarın” mantığında haftalarca sürebilen serileri ile tefrika türünün bir uzantısı olmuştur. Bugün retro bir kültürün parçası sayabileceğimiz bu eserler, dönemlerinde en az şu anki diziler kadar yoğun ilgi gören ve elden ele kaç genç kızın sayfalarını eskittiği popüler türlerdendi. Yine aynı döneme damgasını vuran çizgi roman türünün efsaneleşmiş eserleri Teksas-Tommiks, Zagor ve Batman’ı da tefrika türünden ayrı düşünemeyiz. Ülkemizde ise Turhan Selçuk tarafından yaratılmış bir karakter olan ve düzensizliğe, ahlaksız, namussuz, utanmaz, arlanmaz tiplere karşı savaşan Abdulcanbaz, kırk yılı aşkın devam etme başarısını gösteren çizgi romanlarımızdan biridir. Uykusuz dergisinin sayflalarında hala popülerliğini koruyan Otisabi ise 1990 yılında Pişmiş Kelle mizah dergisinde başlamıştır. Yılmaz Aslantürk tarafından yaratılmış öykülerinde Otisabi, kadın-erkek ilişkilerinin ağır bastığı konuları ile karşımıza çıkar.
Son yıllarda tefrika türüne dair karşımıza çıkan en ilginç örneklerden birini ise popüler sosyal paylaşım sitesi Twitter’da görmemiz mümkün oldu. ABD’li Matt Stewart, Fransız Devrimi adlı romanı için bir yayınevi ile anlaşma sağlayamayınca, her biri yaklaşık 140 karakterlik 3.700 paylaşım sonucunda, romanını “tweet” atarak tefrika eden ilk yazar olmuştur. Sosyal medyanın gücü ile fotoroman türünün de yeniden hayat bulduğu örnekleri görmekteyiz. Facebook ve Instagram’da toplam 50 binden fazla takipçisi olan Üzüm ve Diğer Şeyler adlı seride, Üzüm adında çöpten kurtarılan bir kedi ve daha sonra aralarına katılan Ryuk ile sahiplerinin maceralarına şahit oluyoruz. Yaşar Murat Taşkale’nin Üzüm’den önceki kedisinin ölümü ile “Keşke onunla biraz daha konuşsaydım, ona daha yakın olsaydım“ düşüncesiyle Üzüm‘le kurduğu bağını, fotoğraflı diyaloglara dökmeye başlamış. İyi kalpli ve sanatsever bu kedilerin maceralarına ait her paylaşım, sosyal medyada binlerce beğeni alarak günden güne daha fazla kişiye ulaşmaya devam etmektedir.
Arapça’dan dilimize girmiş bir kelime olan tefrika, bizim kuşağımızın çok aşina olduğu bir kelime olmasa da, bir sanatsal yöntem olarak farklı isimlerde ve farklı araçlarla durmaksızın üretiliyor. Belki de Kürk Mantolu Madonna ya da Teksas-Tommiks gibi tefrika olarak doğan ve sonrasında klasikleşen örnekler gibi, bugün sosyal medyada gördüğümüz fenomenlerin de yıllar içinde klasikleştiğine şahit olacağız.
[1] Madonna delle Arpie
Kaynakça
Oğuzhan Karaburgu,“Kürk Mantolu Madonna Üzerine...”, Harun Güngör Armağan Kitabı, Kesit Yayınları, İstanbul, 2010, s.239-252 , 2010
http://www.edebiyathaber.net/kurk-mantolu-madonna-ne- den-cok-satiyor-erdinc-akkoyunlu/
http://www.radikal.com.tr/turkiye/sosyal-medyanin-i- yi-kalpli-kedileri-begeni-rekoru-kiriyor-1382809/
İllüstrasyon
Zeynep Oba
Son Yazılar
Hepsini GörBütün hayatı boyunca toplumla çatışma halinde yaşamış Percy Bysshe Shelley‘nin şiirlerinde bireysel çıkmazlar yerine toplumsal...
-i- bugün gelemesen de yarın lütfen gel gerekirse bugün de gel - usavurmanın diplomasını astığı pek billur pek kaygan ortodoks duvarlar....
Comments