Geçmişten Esen Bir Rüzgar
- R. Gökçen Çiftlik
- 19 Ara 2018
- 7 dakikada okunur
Edebiyat tarihi boyunca ‘’geçmiş’’ şair ve yazarların ilham kaynağı olmuş ve edebiyat; geçmişin, tarihin ve kültürün insan üzerindeki etkisini anlatagelmiştir. Yunanca kökenli Nostalji kelimesi “geçmişe duyulan aşırı hasret” olarak kullanılmıştır. Dünya edebiyatındaki Yunan kültürüne dönüş arzusu olarak biçimlenen bir yeniden doğuş olan Rönesans’ın da eski Roma ve Yunan eserlerinin incelenmesi olarak doğması ve edebi akımların kökeninde bir belirleyici olarak yerini bulması da geçmişin bugünü nasıl şekillendirdiğinin önemli göstergelerindendir. Yani geçmiş sadece üzerinden bir zamanın geçtiği eskimiş bir anlar yığını değil bugünün insanının tutkularının, arzularının, benliklerinin şekillendiricisidir. Tüm bu yönlerden baktığımızda geçmişe olan tutkunun, geçmişten korkmanın ve ona tapınmanın aslında ne kadar insana özgü ne kadar bizi biz yapan parçalara olan yolculuğumuzun bir durağı olduğunu görüyoruz. Yahya Kemal de Türk edebiyatında geçmişe duyulan arzuyu yani nostaljiyi şiirinin merkezi yapmış şairler arasında yer alır. Bu yazı boyunca Yahya Kemal’in çeşitli şiirleri üzerine yakın okuma yapacak, Yahya Kemal’in şiirini mükemmel kılan bu geçmiş estetiğinin dönüşümünü sorgulayacağım.
Yukarıda da belirttiğim gibi geçmiş estetiği yani nostalji dünyada ne kadar önemliyse bu yüzlerce yıllık bir imparatorluğun çöküşüne ve yeni bir devletin kuruluşuna şahit olmuş olan Türk Edebiyatçıları açısından da bir o kadar önem arz eder. Osmanlı imparatorluğunun kalbinin attığı Balkanlarda bir Osmanlı olarak doğan ve sonradan Türkiye vatandaşı olan Yahya Kemal’in hayatında bu kopuşun yarattığı bir ayrılış trajedisi oldukça belirleyicidir. (Çankaya, 2015) İlk gençlik yıllarında hem geleneksel hem de batılı bir eğitim alan şair, bu dönemde Paris’te kaldığı yedi yılda şiirini biçimlendirmeye başlar. Fransız romantik hareketinden beslenen şair, Baudelaire ve Mallermé gibi Fransız modern şiirinin öncüsü olan şairlere tutkundur. (Kaya, 2008) Fransız şiirini her ne kadar iyi bilse de Yahya Kemal’in şiirini kendine özgü kılan Fransız şiirinden beslendiği bütün bir hazineyi, kendi kimliğinde yoğurmaya duyduğu ihtiyaçtır. Paris’te bulunduğu sırada derin bir yabancılık çeken şair bu şiirleri okumasına, batılı bir yaşam tarzına dahil olmasına rağmen bir eksiklik çekmiş ve sonunda onun şiirini, zamansal olarak mazide kalsa bile asla kırılmayan bir kültürün, tarihin özlemi ve zaman algısı biçimlendirmiştir. Yani Tanpınar’ın da dediği gibi Yahya Kemal, Fransız şiirinin meselelerini görmüş, okumuş belki de etkilenmiş olsa bile bunlar ona yetmemiş ve şair şiirinde hep bir dönüştürme, geliştirme ihtiyacı hissetmiştir. Yahya Kemal için Batı’da başlayan yolculuk pusulası zamanla Doğu’ya, oradan da daha eski bir geçmişin hasretine dönüşmeye başlamıştır.
Yahya Kemal için geçmiş, onun deyişiyle mazi; bununla birlikte geçmişin bir getirisi olan bir disiplin olarak tarih ve tarihin algılanışı oldukça önemlidir. Şair, bu geçmiş estetiğini, geçmişe duyulan özlemi inandığı bir kültür tarihi üzerine kurar. Onun şiiri bir gündüz rüyası gören öznenin, 600 yıllık geleneğin, Türk kültür ve tarihinin izinde arayışta olduğu bir yolculuk anı gibidir. (Kurt, 2012) Başka şekilde ifade edilirse Yahya Kemal’in şiiri ve düşünsel dünyası ‘’Kökü mazide olan ati’’ fikriyle oluşur. Bu ati olan yani maziye ait olan kahraman için ise mazi idealize olandır ve geçmişteki güçlü, coşkulu günler ise bu istikbalin kaynağıdır. Özne için gerçek olan, olması gereken ise bu nostaljik zamandır. Mazi, Yahya Kemal için bin yıllık Türk toprağını yaratan temel unsurdur. Şiirinin gücü ise bu kaybedilmiş topraklara ulaşma arzusunun mükemmel kelimeler harmonisiyle harmanlanması ile oluşur. İçinde kültürü, geleneği, tarihi barındıran ve İstanbul’un kisvesinde saklı olan mazi, tüm kayıplarla yüzleşmenin bir anahtarı gibidir Yahya Kemal’in şiirinde. Yahya Kemal’deki bu geçmişe duyulan arzu zamanla aidiyet kurduğu tek ve öz geçmişin şiirler aracılığıyla İstanbul’un kimliği ile birleşmiştir. Bu yüzden geçmişin canlı gölgeleri eşliğindeki estetik dünyada yaşama arzusu, Yahya Kemal şiiri için kaybedilmiş olanla yüzleşmenin, bir nevi trajediyle baş etmenin yoludur. Şiirlerine baktığımızda Yahya Kemal’in bu geçmişi sentezleme yolculuğunun aşamalı olarak geliştiğini görürüz. Yahya Kemal’de geçmişin nostaljik arzusu, kadim mitolojik hikayelerdeki coşku ve acıyı anlatıştan, İstanbul’un görkemine evrilir.
Yahya Kemal Fransa’da bulunduğu vakitlerde, Nev-Yunanilikten etkilenmiş, Mehmet Fuat’la birlikte ‘’Bahr-ı sebil’’ dedikleri, Akdeniz coğrafyası kültürünün ve birikiminin şiire zenginlik katması gerektiğine inanmıştır. (Güldürmez, 2016) Bu inancı da kusursuz bir dille gerçekleştirme arzusundadır. (Güldürmez, 2016) Geçmişin birikiminin kutsandığı bu mitolojik hikayeler şiirlerinde yer alır. Nitekim “Biblos Kadınları” şiirinde de bu kadim hikâyeyi taşır ve Tanrıların yanı başındaki insanın trajedilerini, neşesini, acısını anlatır.
“Mermerden n⑺ı hâreli bir tülle örtülmüş
Biblos İlâhı genç Adonis bekliyor
ölü, Mâtem şeridleriyle sarılmış alınları,
Mevkible çıkdı lâhdine Biblos Kadınları.”
(Beyatlı, 1994, 70)
Adonis Anadolu ve Mezopotamya bölgesinde anlatılan mitolojik bir öyküdür. (Güldürmez, 2016) Tanrılardan doğan Adonis adında mükemmel güzellikteki bir erkeğin hazin sonunun anlatıldığı hikâyeyi Yahya Kemal, onun için yakınan “Biblos Kadınları’’nın öyküsüyle anımsar. Şiirde anlatıcı ses geçmişe öykünür ve “hareli bir örtü”, “matem şeridleri” gibi kelimelerden yararlanarak genç Adonis’in ölümüyle toprağa karışan kanını hatırlatır. Şiir öznesi Adonis’in ölümünün yarattığı etkinin ardındaki acıyı hissettirerek bir kaybediş olarak ölümün buruk hüznünü yeniden yaratır dizelerinde.
“Biblos Kadınları’’nda Antik Yunan şiiri hikayelerinin etkilerini görürüz. Genç Adonis’e gelen bir ölümün, ardında bıraktığı acıyla geride kalanlar üzerindeki etkisinin zikredildiği şiir, giderek daha başka bir acıya yoğrulacaktır Yahya Kemal’de. Geçmiş artık onun şiirlerinde bir “başkasının”, kadim hikâyenin Adonis’inin trajedisinden, nihai bir kültür bütünlüğünün gölgesinde kaybedilen bir imparatorluğun yadına dönüşecektir. Şiirlerde o kültür sadece geçmişin sisli perdelerinde olmayacak ve İstanbul’un her köşe taşında, Süleymaniye’de, Çamlıca’da o binlerce yıllık kültürün izleri yaşamaya devam edecektir. Diğer bir şekilde söylenirse, şiir sesi artık sadece mitolojik bir geçmişin trajedisini anlatmak yerine kompleks bir zamanda geçmiş, gelecek ve bugünün birbirine girdiği bir sese ulaşır.
Bu dönüşümde Yahya Kemal’in etkilendiği dönemin tarihi ve onun fikirleri önemlidir. Şair şiirinin kelimelerden önce fikirlerinden beslendiğini söyler. Bu fikirler ise Anadolu ve Rumeli topraklarının “bizi biz yapan” 500 yıllık kültür ve birikimiyle iç içedir. Ona göre bu birikim ve medeniyet, 1071’den itibaren yaratılan bir Türk toprağını, İslam ile yoğrulan Türk kültürünü içerir. Vatan, binlerce yıllık kültürün, geleneğin, savaşların, devletlerin var olduğu Anadolu ve Rumeli toprağıdır. Ve şiirlerdeki şimdiki zamandan kafasını yavaşça geçmişe çeviren şiir öznesi, o geçmişin görkemini ve aşkın büyüklüğünü anar. Şiirlerde her köşe başında “vecd ile tekrar alınan tekbiri’’ yahut ‘’Ta Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu’nu’’ duyar. Süleymaniye’den, Malazgirt’e, Malazgirt’ten, Itri’ye kadar bu ses, tüm maziyi kalbinin en derinlerinde duyar. “Itrî” şiirinin çözümlenmesi Yahya Kemal’in şiirinde geçmiş ve geleceğin, tüm zamanların nasıl bir arada harmanlandığını görmek için iyi bir örnektir:
“Büyük Itrî‘ye eskiler derler,
Bizim öz mûsıkîmizin pîri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihangîri,
Nice bayramların sabâh erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr‘i.”
(Beyatlı, 1994, 11)
Müzik, Yahya Kemal’in şiirindeki mazi algısının bu dönüşümünü anlamak için önemlidir. İlk dizede Itri’nin kim olduğunu tanımla- yan şiir öznesi onu eski musikinin piri ilan eder. Cümlelerin devrik kurulumu ve ses uyumuyla bizi oldukça yoğun ve her kayıp anında aşina olduğumuz bir duyguya gark eder. Burada şiir, hep bir zamanlar sahip olunan fakat kaybedilmiş olanın ardından hissedilen buruk hüzünle ilerler. “Itri’’nin dizelerini “Biblos Kadınları”yla karşılaştırırsak burada aynı fakat bir o kadar da farklı bir şiir dünyası görürüz. Burada kadim bir hikâyenin yarattığı duygunun ötesinde, Itri’nin müziğinin şiir öznesinin “kendi öz kültürümüz” dediği bir yapıyla birleşimini görürüz. Bu, şiirin devamında şiir öznesinin yükselen coşkusuyla daha da belirginleşir:
“Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr‘ı,
Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:
Dağılırken „Nevâ“nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.”
Yukarıdaki dizelerde, Nevâ-kâr bestesi, şiirde bir gaye uğuna toplanıp savaşa giden, toprak bütünlüğünü kurtaran askerleri sanki bir arada tutup onları bir nevi bağlar gibi gösterilir. Itri’nin bestesi mest eden, öze döndüren bir etkiye sahiptir. Bu etki şiir öznesinin tam da ihtiyacı olan ve coşkuyla elinde tutmak istediği iksir gibidir. Mûsiki, eskiye giden bir yol olarak bu yüzden bu kadar değerlidir Yahya Kemal’in şiirinde. Itri’nin musikisi sayesinde “700 yıl süren hikâye” ara ara kesilse de devam etmektedir.
“Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,
Bir tesellî bırakmaz insanda.
Muhtemel görmüyor henüz gönlüm;
Çok saatler geçince hicranda,
Düşülür bir hayâle, zevk alınır:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmiyen bir ummanda.”
(Beyatlı, 1994, 11)
“Itri” şiirinin sonu, Yahya Kemal’in belli bir dönüşümden geçen geçmiş estetiğini ve kurduğu nostaljik dünyanın yapısını oldukça iyi yansıtır. Yahya Kemal’in şiiri bir yolculuğun şiiridir ve bu yolculuk şimdiden geçmişe giden bir nostalji aynası gibidir. Hüzünle başlayan şiir öznesi coşkuyla geçmişten bir şeye, kendisi için önem arz eden bir nesneye, insana yahut İstanbul gibi bir şehire bağlanır. İlmek ilmek kurulan; savaşların, tarihin, kültürün, dinin ve müziğin iç içe geçtiği bu dünyada coşku, mutluluk ve bir sevinç elde edilir. Fakat, Itri’nin müziğinin görkemiyle yad edilen şiirde de gördüğümüz üzere, bu geçici teselli yavaşça silinir. Şiir öznesinin, geçmişe bakan ve her şeyi mükemmel bir aynada bizlere sunan gözleri gücünü yitirmiştir artık. Şimdi tıpkı en başındaki gibi yine bir “hicran” duygusu hakimdir. İşte tam bu anda, nostaljinin geçmişin gölgesinde insanda yarattığı kaybedileni arama arzusunun sonundaki hayal kırıklığı biçim bulur. Fakat Yahya Kemal’in bir personası diyebileceğimiz özne, bu hayal kırıklığına rağmen asla denizleri aşan Itri’nin müziğini dinleme arzusunu bırakmayacaktır.
Aynı kaybedilen arzunun, yitik imparatorluğun acısının hissedildiği, kültürün görkeminin müzikle birleştiği bu nostaljik dünya, “Kar Musikileri“ şiirinde de dikkat çeker.
“Bir erganun âhengi yayılmakta derinden...
Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.”
Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta”
(Beyatlı, 1994, 40)
Şiir öznesi, ilk dizede org türü bir enstrümandan yayılan bestenin derinliğinden bahsediyor. Bu şiiri başlatan dizelere bir gönderme olarak, yani “bin yıldan uzun bir gecenin bestesi”ne gönderme yaparak şiirin bütünlüğünü sağlıyor. “Itri” şiirindeki gibi burada da başka topraklarda olsa bile yine maziyi, geçmişi, kendi öz milliyetine ait olanı arayan özne onu geçmişin nostaljisine, hepimizi büyüleyen kadim bir zamanın tam merkezine dalıyor. Şiirin devamını incelediğimizde şiir öznesinin yine bir ikilemden bütünlüğe yani geçmişin İstanbul’una yolculuğunu görüyoruz. Şimdiki zamanının mutluluğunu, geçmişin coşkusuyla bütünleştirerek adeta bir İstanbul övgüsü eşliğinde kendi nostaljik evrenini yaratıyor şiir.
“Birdenbire mes‘ûdum işitmek hevesiyle
Gönlüm dolu İstanbul‘un en özlü sesiyle.
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
Uykumda bütün bir gece Körfez‘deyim artık!” (Beyatlı, 1994, 40)
İstanbul, Yahya Kemal için yalnızca bir şehir olmaktan öte adeta canlı bir varlığı temsil ediyor. Slav şehirlerini, belki kimine göre en derin kültürleri görse bile şiir öznesinin arayışı İstanbul’da son buluyor. İstanbul, büyük bir imparatorluğun merkezi, musikisiyle ve derin tarihiyle yazarın daha gençlik yıllarında aradığı geçmiş tutkusunun adeta biçim bulmuş bir haline dönüşüyor. Bu en özlü ses, bağrında Itri’nin, Tanburi Cemil Bey’in eserlerini gizleyen şehir onun için ulaşılabilecek nihai bir nokta haline geliyor.
Sonuç olarak, Yahya Kemal şiirini incelediğimizde yalnızca geçmişi bugünün eksikliğinden dolayı arzulayan bir şiir öznesi görmekten öte, daha ilk şiirlerden itibaren aynı nüansla, hep bir yolculuğa çıkan öznenin kendini bulabilmek için sığındığı geçmişle bütünleşmesinin hikayesini görüyoruz. Yunan kültürüne, kadim geçmişe ilgi duyan şair, zamanla gözlerini yaşadığı şehrin ve tarihin geçmişine çeviriyor. Bu geçmiş, Yahya Kemal’in baktığı yerden, mükemmel bir kültürel senfoniyi, görülebilecek en görkemli tarihi, coşku, özlem dolu bir musikiyi sunuyor. En nihayetinde, Yahya Kemal’de şiir İstanbul ile birleşerek bugünden daha görkemli bir dünyanın yansıması oluyor.
Kaynakça
Beyatlı, Y. K. (1994). Kendi Gök Kubbemiz. İstanbul: MEB yayınları.
Çankaya, E. (2015). Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Istanbul Temsillerinde Muhafazakâr ve Nostaljik Yansımalar (Yüksek lisans Tezi).
Güldürmez, S. (2016, Eylül). Yahya Kemal’in Şiirinde Yunan Mitolojisinin İzleri ve Bir “Yol Düşüncesi” Etrafında Memlekete Dönüşünün Sesleri. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, sayı 30, s. 673-680.
Kara, H. (2008). Yahya Kemal ve Charles Baudelaire’nin şiirlerinde kent imgesi: İstanbul ve Paris. Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası, V, 379-388. İstanbul.
Kurt, M. (2012, Ocak-Şubat). Kolektif bilinçaltının iknası: Yahya Kemal’in “Güzel Sebepler”i. Kurgan Edebiyat, sayı 5, s. 53-55.
Son Yazılar
Hepsini GörKarakterler Laura: 30 yaşlarında Alman bir kadındır. Yönetmen yardımcısıdır. Gorilla: 15 yaşında Kongo’dan Al-manya’ya getirilmiş erkek...
Comments