top of page

Geçmişten Esen Bir Rüzgar


Edebiyat tarihi boyunca ‘’geçmiş’’ şair ve ya­zarların ilham kaynağı olmuş ve edebiyat; geçmişin, tarihin ve kültürün insan üzerindeki etkisini anlata­gelmiştir. Yunanca kökenli Nostalji kelimesi “geçmi­şe duyulan aşırı hasret” olarak kullanılmıştır. Dünya edebiyatındaki Yunan kültürüne dönüş arzusu ola­rak biçimlenen bir yeniden doğuş olan Röne­sans’ın da eski Roma ve Yunan eserlerinin incelen­mesi olarak doğması ve edebi akımların kökeninde bir belirleyici olarak yerini bulması da geçmişin bu­günü nasıl şekillendirdiğinin önemli göstergelerin­dendir. Yani geçmiş sadece üzerinden bir zamanın geçtiği eskimiş bir anlar yığını değil bugünün insa­nının tutkularının, arzularının, benliklerinin şekil­lendiricisidir. Tüm bu yönlerden baktığımızda geç­mişe olan tutkunun, geçmişten korkmanın ve ona tapınmanın aslında ne kadar insana özgü ne kadar bizi biz yapan parçalara olan yolculuğumuzun bir durağı olduğunu görüyoruz. Yahya Kemal de Türk edebiyatında geçmişe duyulan arzuyu yani nostal­jiyi şiirinin merkezi yapmış şairler arasında yer alır. Bu yazı boyunca Yahya Kemal’in çeşitli şiirleri üzeri­ne yakın okuma yapacak, Yahya Kemal’in şiirini mü­kemmel kılan bu geçmiş estetiğinin dönüşümünü sorgulayacağım.


Yukarıda da belirttiğim gibi geçmiş estetiği yani nostalji dünyada ne kadar önemliyse bu yüz­lerce yıllık bir imparatorluğun çöküşüne ve yeni bir devletin kuruluşuna şahit olmuş olan Türk Edebi­yatçıları açısından da bir o kadar önem arz eder. Osmanlı imparatorluğunun kalbinin attığı Balkan­larda bir Osmanlı olarak doğan ve sonradan Tür­kiye vatandaşı olan Yahya Kemal’in hayatında bu kopuşun yarattığı bir ayrılış trajedisi oldukça belir­leyicidir. (Çankaya, 2015) İlk gençlik yıllarında hem geleneksel hem de batılı bir eğitim alan şair, bu dönemde Paris’te kaldığı yedi yılda şiirini biçimlen­dirmeye başlar. Fransız romantik hareketinden bes­lenen şair, Baudelaire ve Mallermé gibi Fransız mo­dern şiirinin öncüsü olan şairlere tutkundur. (Kaya, 2008) Fransız şiirini her ne kadar iyi bilse de Yahya Kemal’in şiirini kendine özgü kılan Fransız şiirin­den beslendiği bütün bir hazineyi, kendi kimliğinde yoğurmaya duyduğu ihtiyaçtır. Paris’te bulundu­ğu sırada derin bir yabancılık çeken şair bu şiirleri okumasına, batılı bir yaşam tarzına dahil olmasına rağmen bir eksiklik çekmiş ve sonunda onun şiirini, zamansal olarak mazide kalsa bile asla kırılmayan bir kültürün, tarihin özlemi ve zaman algısı biçim­lendirmiştir. Yani Tanpınar’ın da dediği gibi Yahya Kemal, Fransız şiirinin meselelerini görmüş, okumuş belki de etkilenmiş olsa bile bunlar ona yetmemiş ve şair şiirinde hep bir dönüştürme, geliştirme ihti­yacı hissetmiştir. Yahya Kemal için Batı’da başlayan yolculuk pusulası zamanla Doğu’ya, oradan da daha eski bir geçmişin hasretine dönüşmeye başlamıştır.


Yahya Kemal için geçmiş, onun deyişiyle mazi; bununla birlikte geçmişin bir getirisi olan bir disiplin olarak tarih ve tarihin algılanışı oldukça önemlidir. Şair, bu geçmiş estetiğini, geçmişe du­yulan özlemi inandığı bir kültür tarihi üzerine kurar. Onun şiiri bir gündüz rüyası gören öznenin, 600 yıl­lık geleneğin, Türk kültür ve tarihinin izinde arayışta olduğu bir yolculuk anı gibidir. (Kurt, 2012) Başka şekilde ifade edilirse Yahya Kemal’in şiiri ve düşün­sel dünyası ‘’Kökü mazide olan ati’’ fikriyle oluşur. Bu ati olan yani maziye ait olan kahraman için ise mazi idealize olandır ve geçmişteki güçlü, coşkulu günler ise bu istikbalin kaynağıdır. Özne için ger­çek olan, olması gereken ise bu nostaljik zaman­dır. Mazi, Yahya Kemal için bin yıllık Türk topra­ğını yaratan temel unsurdur. Şiirinin gücü ise bu kaybedilmiş topraklara ulaşma arzusunun mü­kemmel kelimeler harmonisiyle harmanlanması ile oluşur. İçinde kültürü, geleneği, tarihi barın­dıran ve İstanbul’un kisvesinde saklı olan mazi, tüm kayıplarla yüzleşmenin bir anahtarı gibidir Yahya Kemal’in şiirinde. Yahya Kemal’deki bu geçmişe duyulan arzu zamanla aidiyet kurduğu tek ve öz geçmişin şiirler aracılığıyla İstanbul’un kimliği ile birleşmiştir. Bu yüzden geçmişin can­lı gölgeleri eşliğindeki estetik dünyada yaşama arzusu, Yahya Kemal şiiri için kaybedilmiş olanla yüzleşmenin, bir nevi trajediyle baş etmenin yo­ludur. Şiirlerine baktığımızda Yahya Kemal’in bu geçmişi sentezleme yolculuğunun aşamalı ola­rak geliştiğini görürüz. Yahya Kemal’de geçmişin nostaljik arzusu, kadim mitolojik hikayelerdeki coşku ve acıyı anlatıştan, İstanbul’un görkemine evrilir.


Yahya Kemal Fransa’da bulunduğu va­kitlerde, Nev-Yunanilikten etkilenmiş, Mehmet Fuat’la birlikte ‘’Bahr-ı sebil’’ dedikleri, Akdeniz coğrafyası kültürünün ve birikiminin şiire zengin­lik katması gerektiğine inanmıştır. (Güldürmez, 2016) Bu inancı da kusursuz bir dille gerçekleş­tirme arzusundadır. (Güldürmez, 2016) Geçmişin birikiminin kutsandığı bu mitolojik hikayeler şiir­lerinde yer alır. Nitekim “Biblos Kadınları” şiirin­de de bu kadim hikâyeyi taşır ve Tanrıların yanı başındaki insanın trajedilerini, neşesini, acısını anlatır.


“Mermerden n⑺ı hâreli bir tülle örtülmüş

Biblos İlâhı genç Adonis bekliyor

ölü, Mâtem şeridleriyle sarılmış alınları,

Mevkible çıkdı lâhdine Biblos Kadınları.”

(Beyatlı, 1994, 70)


Adonis Anadolu ve Mezopotamya bölge­sinde anlatılan mitolojik bir öyküdür. (Güldür­mez, 2016) Tanrılardan doğan Adonis adında mü­kemmel güzellikteki bir erkeğin hazin sonunun anlatıldığı hikâyeyi Yahya Kemal, onun için ya­kınan “Biblos Kadınları’’nın öyküsüyle anımsar. Şiirde anlatıcı ses geçmişe öykünür ve “hareli bir örtü”, “matem şeridleri” gibi kelimelerden yarar­lanarak genç Adonis’in ölümüyle toprağa karışan kanını hatırlatır. Şiir öznesi Adonis’in ölümünün yarattığı etkinin ardındaki acıyı hissettirerek bir kaybediş olarak ölümün buruk hüznünü yeniden yaratır dizelerinde.


“Biblos Kadınları’’nda Antik Yunan şiiri hikayelerinin etkilerini görürüz. Genç Adonis’e gelen bir ölümün, ardında bıraktığı acıyla geri­de kalanlar üzerindeki etkisinin zikredildiği şiir, giderek daha başka bir acıya yoğrulacaktır Yahya Kemal’de. Geçmiş artık onun şiirlerinde bir “baş­kasının”, kadim hikâyenin Adonis’inin trajedisin­den, nihai bir kültür bütünlüğünün gölgesinde kaybedilen bir imparatorluğun yadına dönüşe­cektir. Şiirlerde o kültür sadece geçmişin sisli perdelerinde olmayacak ve İstanbul’un her köşe taşında, Süleymaniye’de, Çamlıca’da o binlerce yıllık kültürün izleri yaşamaya devam edecektir. Diğer bir şekilde söylenirse, şiir sesi artık sadece mitolojik bir geçmişin trajedisini anlatmak yeri­ne kompleks bir zamanda geçmiş, gelecek ve bugünün birbirine girdiği bir sese ulaşır.


Bu dönüşümde Yahya Kemal’in etkilendiği dönemin tarihi ve onun fikirleri önemlidir. Şair şiirinin kelimelerden önce fikirlerinden beslen­diğini söyler. Bu fikirler ise Anadolu ve Rumeli topraklarının “bizi biz yapan” 500 yıllık kültür ve birikimiyle iç içedir. Ona göre bu birikim ve medeniyet, 1071’den itibaren yaratılan bir Türk toprağını, İslam ile yoğrulan Türk kültürünü içerir. Vatan, binlerce yıllık kültürün, geleneğin, savaşların, devletlerin var olduğu Anadolu ve Rumeli toprağıdır. Ve şiirlerdeki şimdiki zaman­dan kafasını yavaşça geçmişe çeviren şiir özne­si, o geçmişin görkemini ve aşkın büyüklüğünü anar. Şiirlerde her köşe başında “vecd ile tekrar alınan tekbiri’’ yahut ‘’Ta Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu’nu’’ duyar. Süleymaniye’den, Malazgirt’e, Malazgirt’ten, Itri’ye kadar bu ses, tüm maziyi kalbinin en derinlerinde duyar. “Itrî” şiirinin çözümlenmesi Yahya Kemal’in şiirinde geçmiş ve geleceğin, tüm zamanların nasıl bir arada harmanlandığını görmek için iyi bir ör­nektir:


“Büyük Itrî‘ye eskiler derler,

Bizim öz mûsıkîmizin pîri;

O kadar halkı sevkedip yer yer,

O şafak vaktinin cihangîri,

Nice bayramların sabâh erken,

Göğü, top sesleriyle gürlerken,

Söylemiş saltanatlı Tekbîr‘i.”

(Beyatlı, 1994, 11)


Müzik, Yahya Kemal’in şiirindeki mazi al­gısının bu dönüşümünü anlamak için önemlidir. İlk dizede Itri’nin kim olduğunu tanımla- yan şiir öznesi onu eski musikinin piri ilan eder. Cümlelerin devrik kurulumu ve ses uyumuyla bizi oldukça yoğun ve her kayıp anında aşina olduğumuz bir duyguya gark eder. Burada şiir, hep bir zamanlar sahip olunan fakat kaybedil­miş olanın ardından hissedilen buruk hüzünle ilerler. “Itri’’nin dizelerini “Biblos Kadınları”yla karşılaştırırsak burada aynı fakat bir o kadar da farklı bir şiir dünyası görürüz. Burada kadim bir hikâyenin yarattığı duygunun ötesinde, Itri’nin müziğinin şiir öznesinin “kendi öz kültürümüz” dediği bir yapıyla birleşimini görürüz. Bu, şiirin devamında şiir öznesinin yükselen coşkusuyla daha da belirginleşir:


Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr‘ı,

Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:

Dağılırken „Nevâ“nın esrârı,

Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;

Mest olup sözlerinde her heceden,

Yola düşmüş, birer birer, geceden

Yürüyor fecre elli milyon rûh.”


Yukarıdaki dizelerde, Nevâ-kâr bestesi, şiirde bir gaye uğuna toplanıp savaşa giden, toprak bütünlüğünü kurtaran askerleri sanki bir arada tutup onları bir nevi bağlar gibi gös­terilir. Itri’nin bestesi mest eden, öze döndüren bir etkiye sahiptir. Bu etki şiir öznesinin tam da ihtiyacı olan ve coşkuyla elinde tutmak istediği iksir gibidir. Mûsiki, eskiye giden bir yol olarak bu yüzden bu kadar değerlidir Yahya Kemal’in şiirinde. Itri’nin musikisi sayesinde “700 yıl sü­ren hikâye” ara ara kesilse de devam etmekte­dir.


“Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,

Bir tesellî bırakmaz insanda.

Muhtemel görmüyor henüz gönlüm;

Çok saatler geçince hicranda,

Düşülür bir hayâle, zevk alınır:

Belki hâlâ o besteler çalınır,

Gemiler geçmiyen bir ummanda.”

(Beyatlı, 1994, 11)


“Itri” şiirinin sonu, Yahya Kemal’in bel­li bir dönüşümden geçen geçmiş estetiğini ve kurduğu nostaljik dünyanın yapısını oldukça iyi yansıtır. Yahya Kemal’in şiiri bir yolculuğun şiiridir ve bu yolculuk şimdiden geçmişe giden bir nostalji aynası gibidir. Hüzünle başlayan şiir öznesi coşkuyla geçmişten bir şeye, kendisi için önem arz eden bir nesneye, insana yahut İstan­bul gibi bir şehire bağlanır. İlmek ilmek kurulan; savaşların, tarihin, kültürün, dinin ve müziğin iç içe geçtiği bu dünyada coşku, mutluluk ve bir sevinç elde edilir. Fakat, Itri’nin müziğinin gör­kemiyle yad edilen şiirde de gördüğümüz üzere, bu geçici teselli yavaşça silinir. Şiir öznesinin, geçmişe bakan ve her şeyi mükemmel bir ayna­da bizlere sunan gözleri gücünü yitirmiştir artık. Şimdi tıpkı en başındaki gibi yine bir “hicran” duygusu hakimdir. İşte tam bu anda, nostaljinin geçmişin gölgesinde insanda yarattığı kaybedi­leni arama arzusunun sonundaki hayal kırıklığı biçim bulur. Fakat Yahya Kemal’in bir personası diyebileceğimiz özne, bu hayal kırıklığına rağ­men asla denizleri aşan Itri’nin müziğini dinle­me arzusunu bırakmayacaktır.



Aynı kaybedilen arzunun, yitik imparator­luğun acısının hissedildiği, kültürün görkeminin müzikle birleştiği bu nostaljik dünya, “Kar Musi­kileri“ şiirinde de dikkat çeker.


“Bir erganun âhengi yayılmakta derinden...

Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.”

Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,

Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta”

(Beyatlı, 1994, 40)


Şiir öznesi, ilk dizede org türü bir enstrü­mandan yayılan bestenin derinliğinden bahsedi­yor. Bu şiiri başlatan dizelere bir gönderme ola­rak, yani “bin yıldan uzun bir gecenin bestesi”ne gönderme yaparak şiirin bütünlüğünü sağlıyor. “Itri” şiirindeki gibi burada da başka topraklarda olsa bile yine maziyi, geçmişi, kendi öz milliyeti­ne ait olanı arayan özne onu geçmişin nostaljisi­ne, hepimizi büyüleyen kadim bir zamanın tam merkezine dalıyor. Şiirin devamını incelediğimiz­de şiir öznesinin yine bir ikilemden bütünlüğe yani geçmişin İstanbul’una yolculuğunu görüyo­ruz. Şimdiki zamanının mutluluğunu, geçmişin coşkusuyla bütünleştirerek adeta bir İstanbul övgüsü eşliğinde kendi nostaljik evrenini yara­tıyor şiir.


“Birdenbire mes‘ûdum işitmek hevesiyle

Gönlüm dolu İstanbul‘un en özlü sesiyle.

Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,

Uykumda bütün bir gece Körfez‘deyim artık!” (Beyatlı, 1994, 40)


İstanbul, Yahya Kemal için yalnızca bir şehir olmaktan öte adeta canlı bir varlığı temsil ediyor. Slav şehirlerini, belki kimine göre en de­rin kültürleri görse bile şiir öznesinin arayışı İs­tanbul’da son buluyor. İstanbul, büyük bir impa­ratorluğun merkezi, musikisiyle ve derin tarihiyle yazarın daha gençlik yıllarında aradığı geçmiş tutkusunun adeta biçim bulmuş bir haline dönü­şüyor. Bu en özlü ses, bağrında Itri’nin, Tanburi Cemil Bey’in eserlerini gizleyen şehir onun için ulaşılabilecek nihai bir nokta haline geliyor.


Sonuç olarak, Yahya Kemal şiirini inceledi­ğimizde yalnızca geçmişi bugünün eksikliğinden dolayı arzulayan bir şiir öznesi görmekten öte, daha ilk şiirlerden itibaren aynı nüansla, hep bir yolculuğa çıkan öznenin kendini bulabilmek için sığındığı geçmişle bütünleşmesinin hikayesini görüyoruz. Yunan kültürüne, kadim geçmişe ilgi duyan şair, zamanla gözlerini yaşadığı şehrin ve tarihin geçmişine çeviriyor. Bu geçmiş, Yahya Kemal’in baktığı yerden, mükemmel bir kültürel senfoniyi, görülebilecek en görkemli tarihi, coş­ku, özlem dolu bir musikiyi sunuyor. En nihaye­tinde, Yahya Kemal’de şiir İstanbul ile birleşerek bugünden daha görkemli bir dünyanın yansıma­sı oluyor.


Kaynakça

  • Beyatlı, Y. K. (1994). Kendi Gök Kubbemiz. İstanbul: MEB yayınları.

  • Çankaya, E. (2015). Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Istanbul Temsillerinde Muhafazakâr ve Nostaljik Yansımalar (Yüksek lisans Tezi).

  • Güldürmez, S. (2016, Eylül). Yahya Kemal’in Şiirinde Yunan Mitolojisinin İzleri ve Bir “Yol Düşüncesi” Etrafında Memle­kete Dönüşünün Sesleri. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, sayı 30, s. 673-680.

  • Kara, H. (2008). Yahya Kemal ve Charles Baudelaire’nin şiirlerinde kent imgesi: İstanbul ve Paris. Yahya Kemal Enstit­üsü Mecmuası, V, 379-388. İstanbul.

  • Kurt, M. (2012, Ocak-Şubat). Kolektif bilinçaltının iknası: Yahya Kemal’in “Güzel Sebepler”i. Kurgan Edebiyat, sayı 5, s. 53-55.




Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Öne Çıkanlar
Son Yüklenenler
Bizi Takip Edin
  • Facebook Classic
  • Twitter Classic
  • Instagram Social Icon
bottom of page