PRENSES MONONOKE VE KELLS’İN SIRRI ANİMASYONLARINDA İŞLENEN ORMAN VE DOĞA MİTLERİ ÜZERİNE BİR İNCELE
- Alya Adin Aydın
- 2 Kas 2020
- 8 dakikada okunur
Mitler sanatta, edebiyatta, insanların kendini ifade ettiği ve yaratıcılığını kullandığı her mecrada karşımıza çıkar. Mitler ve yaratıcılık iç içedir. Asırlar öncesinin yaratılış öykülerinden ve zengin sembollerinden yararlanarak yeni ifade ve yaratı olanakları bulmak mümkündür. Eliade’ın dediği gibi: “...mit, her zaman bir ‘yaratılış’ın öyküsüdür: Bir şeyin nasıl yaratıldığını, nasıl var olmaya başladığını anlatır” (1963/1993, s. 16). Eliade’a göre bu yaratılış hem evrenin var oluşu gibi kapsamlı hem de bir duygunun, düşünce sisteminin, kurumun doğuşu gibi özel olabilir. Kendi hikâyelerini anlatmak isteyen kişiler, mitlerin sunduğu geniş sembolik anlamlardan yararlanarak ve yer yer kendi yorumlamalarını katarak bambaşka bir hikâyenin yaratıcıları olabilirler. Böylece mitler bir şiirde ya da bir tabloda karşımıza çıkabileceği gibi hikâye, müzik ve resmin birleştiği animasyonlarda da karşımıza çıkabilir. Bu yazıda incelenecek olan Prenses Mononoke ve Kells’in Sırrı animasyonları, Japon ve Kelt gibi farklı kültürlerden doğup beslenen eserlerdir. Buna rağmen, işledikleri mitler ve motifler bakımından evrensel diyebileceğimiz ortak bir paydada buluşurlar.
Kells’in Sırrı animasyonunu inceleyen yazısında Maria O’Brien (2011), Avrupa’nın kıyısında kalmış İrlanda ile film endüstrisinin kıyısında kalmış animasyon arasında bir bağlantı kurar ve bu ikilinin birleşimi sayesinde hem İrlandalı olmanın hem de “millet” kavramının evrensel bir çerçevede sorgulanabildiğini belirtir. Mitolojik öykülerin anlatımında Batı kültürünün daha ön planda olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Japon kültürünü ve animasyonunu incelerken de benzer bir doğrultuda ilerlemek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında, merkezden ve genel olarak kabul görmüş yorumlamalardan nispeten uzak olduklarından Kells’in Sırrı ve Prenses Mononoke animasyonları da işledikleri mitlerin, onları şekillendiren kültürlerin de etkisiyle ortaya çıkan farklı yönlerini görmemize olanak sağlar. Bu yazıda bahsi geçen iki animasyonda büyük yer tutan orman/doğa mitleri incelenecek, animasyonların yaratıcıları olan Hayao Miyazaki ve Tomm Moore’un bu mitlerden ne kadar etkilendiği, onları nasıl özgün bir şekilde yorumladıkları tartışılacaktır.
Japon kültürünün ve folklorunun özelliklerini yansıtan birçok mitolojik ögenin kullanıldığı Prenses Mononoke’de, insanların ormanı kontrol altına almaya çalışmasının yanı sıra endüstriyelleşmeye başlamış “yapay” bir dünya anlatılır. Demir işleyerek ve silah üreterek hayatlarını kazanan insanlar, yaşadıkları yerde demir kalmayınca, birçok orman tanrısının ve canlılarının hayatını önemsemeksizin ormanın diğer bölgelerini ele geçirmeye başlarlar. Kells’in Sırrı ise 8-9. yüzyıllarda, “Kells’in Kitabı” veya “İyonya’nın Kitabı” olarak bilinen gerçek bir kitabın yazılma serüvenini mitolojik ögelerle harmanlayarak sunar. Bu kitap, Kelt rahipleri tarafından yazılıp çizilmiştir ve Yeni Ahit’teki dört İncil ile önsöz niteliğindeki bir girişten oluşmaktadır (IrishCentral Staff, 2020). Kitapta yer alan; renkleriyle, mistik figürleriyle ve sonsuz küçük ayrıntılarıyla adeta sihirli denebilecek çizimlerin animasyonun bazı sahnelerinde direkt olarak kullanıldığı görülür. “Kells’in Kitabı”ndan ilham alan bu animasyon, amcasının manastırında yaşayan Brendan adında bir çocuğun bu kutsal kitabı tamamlamaya çalışma serüvenini, bu serüven üzerinden de karanlığın aydınlığa dönüşme hikâyesini anlatır.
İki eserde de işlenen orman ve doğa mitlerinden bahsetmeden önce, söz konusu animasyonların, hikâyelerindeki ana çatışma ve karakterler bakımından, mitolojik anlatılardan ayrılan yanlarını incelemek faydalı olacaktır. Mitlerde sıkça rastlanan, belirli öğretiler sunma amacıyla siyah-beyaz, iyi-kötü gibi keskin hatlarla çizilen zıtlıkların bu anlatılarda daha çok grileştiği görülür. Prenses Mononoke’de alışılagelmiş bir “doğa-insan” çatışması göze çarpsa da bu çatışma özellikle Amerikan kaynaklarında sıkça rastlanan bir “iyi-kötü” zıtlığıyla verilmemiştir (Rots, 2014). Doğanın dengesini bozan, orman tanrılarını vurup onları korkunç bir ölüme sürükleyen insan topluluğunun lideri ve onunla çalışan insanlar, eylemlerinde kendilerine göre nedenleri olan ve kolayca “kötü” olarak nitelendirilemeyecek kişilerdir. Örneğin, güçlü bir kadın olarak tasvir edilen lider Lady Eboshi, toplum tarafından dışlanmış cüzzam hastalarına ve seks işçilerine barınma ve demir üretiminde çalışma gibi konularda yardım etmiştir. Bunun yanı sıra ormanın ve insanların barış içinde yaşaması için uğraşan ana karakter bir insan, ona yardım eden kişi ise yarı insan yarı kurttur. Animasyondaki tek çatışma yalnızca bu görünürde zıt olan iki unsur arasında değildir. İnsanlar ve ormandaki diğer canlılar, kendi içlerinde de gruplara ayrılır ve çoğu kez birbirleriyle savaş içindedir. Aynı şekilde Kells’in Sırrı’nda, manastırdakilerin saygıyla karışık bir korku beslediği, ana karakter Brendan’ın yoluna sürekli engeller koyan amcası büyük korkuları ve sorumlulukları olan, kendi yöntemleriyle herkesi korumaya çalışan yumuşak kalpli biridir.
Mitlerin birçok anlatıda karşımıza çıkmasının nedenlerinden birinin korku, nefret, sevgi gibi evrensel ve zamanın sınırlarını aşmış duyguları barındırmaları olduğu söylenebilir. Bu iki animasyon da ormanı ve orman mitlerini odağına alarak belirsizliğin içinde yol alabilme, nefret ve korkuyu yenerek bir çeşit ışığa ulaşabilme teması üzerinden ilerler. Prenses Mononoke’de cüzzamlı insanlardan biri “Hayat bir ızdırap, çok zor. Dünya lanetli. Ama yine de yaşamak için bir neden buluyorsun,” der. Kells’in Sırrı’nda da buna benzer bir görüş söz konusudur. Brendan’ın en büyük yardımcısı Aisling’in somon, geyik, kurt ya da küçük bir kız gibi farklı formlara bürünmesi ve Brendan’ın onu ilk gördüğünde bir peri olarak tanımlaması, Aisling’in İrlanda mitolojisindeki “Tuatha Dé Danann” olarak bilinen bir topluluktan geldiğini düşündürür (Emerson, 2019). Perilerin kaynağı olduğuna inanılan bu topluluğun, İrlanda’ya bir sis bulutu üzerinde inip yerleştiğine inanılır ve film boyunca birçok kez şu söz tekrarlanır: “Hayatta sisten başka bir şey yoktur.” Alıntıda bahsedilen sis, İrlanda mitolojisindeki bu sis bulutu mitine bir gönderme olabileceği gibi, pekâlâ hayatın belirsizliğini vurguluyor da olabilir. Bu söz ilk defa, daha sonra tamamlamaya çalışacağı kitaba bakmaya korkan Brendan’a söylenir. Bununla birlikte, Brendan’ın ilk defa ormana gidip kurtlar arasında kalması ve Aisling’le ilk karşılaşma sahnesi de yoğun bir sis içinde gösterilir. Bu sayede kendi güvenli bölgesinden, duvarın iç tarafından çıkmış olan Brendan’ın içindeki sis ve korkuyla yüzleşmeye başladığı anlaşılır. İki animasyonda da ana karakterlerin zorlukları ve belirsizliğin yarattığı korkuyu –ızdırap ve sisi– yenmek için tehlikelerle dolu ormanı keşfetmeleri gerekmektedir. Verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere mitler, barındırdıkları bu evrensel ve engin anlamlar nedeniyle soyut düşünce ve duygularla ilişkilendirilebilecek harika birer kaynak niteliği taşırlar.
Orman, Kells’in Sırrı’nda korunaklı duvarın ardında kalan tehlikeli bir yer olarak gösterilir. Kurtların kol gezdiği, Keltler’in o dönemdeki en büyük düşmanları olan Vikingler’le her an karşılaşabileceği ormanda, “Crom Cruach” adlı yılana benzer bir varlık da yaşamaktadır. Kelt mitolojisinde de yeri olan bu varlığa insanlar kurban olarak sunulur. Prenses Mononoke’de ise orman; insanların yaşamak için alt etmesi gereken bir güç, kurtlar ve yaban domuzları gibi tehlikeli hayvanların ise yuvasıdır. Yaşam ve ölümün kaynağı olan Orman Ruhu’nu da barındıran orman, güçlü ve yine bir o kadar güvenilmez bir yerdir. Ormana yüklenen bu olumsuz anlamın çok eskiden kalma birtakım inanışların bir uzantısı olduğu söylenebilir. Ağaçları iki dünya arasında bir bağlantı olarak kabul eden inanışlar olsa da eski Akdeniz uygarlıklarında görülen bir başka inanışa göre ormanlar, insanlarla tanrıların arasındaki iletişimi engellemektedir. Ağaçların kesilmesi tarım veya yerleşim için olanak sağlamakla birlikte, gökte olduğu varsayılan tanrılara ulaşmanın da daha kolay hale gelmesi demektir (Crews, 2003). Hatta bu inanç Hristiyanlık’ta güçlenerek devam etmiş ve doğa, kilise tarafından kontrol edilmesi gereken dengesiz bir bilinmezlik olarak algılanmaya başlamıştır.
Birçok mitte hem ormanın bizzat kendisi hem de onun bir parçası olarak görülebilen ağaçlar, ruhların barınma bölgesi olarak anlatılır. Örneğin Avustralya’daki Warlpiri Aborjinleri, ruhların ağaçlarda biriktiğine ve yeniden doğmaları için yanlarından bir kadının geçmesi gerektiğine inanırlar (Crews, 2003, s. 40). Bu inanışta kadınların doğumun ve yaşamın bir simgesi olarak kabul edildiği söylenebilir. Prenses Mononoke’de bu ruhların adı, birçok Japon mitinde de geçen “kodama”dır. Genelde ağaç formunda olan bu ruhların varlığı, ormanın sağlıklı olduğu anlamına gelir. Bu ruhlar ana karaktere Orman Ruhu’na giden yolu gösterdiklerinden hem insanları doğa tanrılarına yönlendiren birer aracı hem de bu sayede iki taraf arasındaki bağın temsilcisi olurlar. Bununla birlikte filmdeki kodamalar, çoğu mitten farklı olarak, insanı andıran bir şekilde tasvir edilmiştir. Bu tasvir, bize insan formunun eskiden beri ağaçların şekliyle özdeşleşmiş olduğunu hatırlatır (Crews, 2003, s. 39). Aynı zamanda Miyazaki’nin bu seçimi, keskin doğa-insan zıtlığını da yumuşatmaktadır.
Kells’in Sırrı’nda ise ağaçları Prenses Mononeke’den farklı olarak, yazı, kitap ve alfabeyle bütünleştiren daha değişik bir bakış açısı sunulur. “Ogham” denilen eski Kelt alfabesi, her harfin bir ağaçla özdeşleştirilmesi nedeniyle “ağaç alfabesi” olarak bilinmektedir. Filmde Brendan’ın ilk görevi, mürekkep olarak kullanmak için meşe ağacından tohum toplamaktır. Brendan bu sayede ormanla ve peri olduğunu düşündüğü Aisling’le tanışır ve umutlarının kaynağı olan kitabın ana maddesini burada bulur. Keltçe “meşe” anlamına gelen “daur”un somut dünya ile perilerin diyarı olarak da bilinen öteki dünya arasında geçiş sağladığına inanılır. Bu sebeple “daur”, “kapı” anlamını da taşımaktadır. Meşe ağacının köklerinin yer altı dünyasını, dallarının göklerdeki yaşamı ve gövdesinin de aralarındaki bağlantıyı temsil ettiğine inanılır (Irish Around the World, 2018). Ağaç mitleri iki animasyonda da tanrılar, insanlar, hayvanlar ve diğer canlılar arasında bir bağlantı olduğunu gösterir. Aynı zamanda ağaçlar, yer altındaki köklerinden gökyüzüne uzanan dallarıyla, kendi gölgeni aşabilmenin ve olgunlaşmanın sembolü olurlar.
Bahsi geçen animasyonlarda işlenen ormanlarla ilgili mitlerin merkezine kurtların yerleştiği görülür. İki animasyonda da vahşi ve belirsiz kabul edilen doğanın temsilcileri olarak, en az ormanın kendisi kadar korku saçan kurtlar kullanılmıştır. Hint-Avrupa mitlerinde kurtların şeytani bir kökeni olduğuna inanılır ve kurt kelimesinin anlamı bile birçok dilde “kötü ruh”, “aşağılık insan”, “sürgün” gibi anlamlara gelmektedir (Wallner, 1998). Wallner, pek çok inanışa göre kurtların cadılarla bir tutulduğundan ve cadıların kurtların kılık değiştirmiş şekilleri olduğuna inanıldığından bahseder. Bu inanışa paralel olarak iki animasyonda da yalnız ve insanlardan ayrı yaşayan kurtların temsilcileri, tıpkı cadılar gibi, dişi olarak tasvir edilir. Kötü ve acımasız cadılar olarak görülen kadınlar ve topluluklara dehşet saçtığı düşünülen kurtların eş görülmesi, kadınların da aynı orman gibi belirsiz ve kontrol edilmesi gereken varlıklar olduğu inancını kuvvetlendirmiştir. Kurtlarla Koşan Kadınlar’ın yazarı Clarissa P. Estés’in dediği gibi: “Kurtların ve kadınların kendilerini yanlış anlayanlar tarafından yok edilmesi çarpıcı bir benzerlik taşır (1992/2003, s. 16).”
Kurtlar, çoğu mitte korkulan ve neredeyse şeytanla eş tutulan varlıklar olarak tasvir edilmelerine rağmen iki animasyonda da ana karakterlere en çok yardımcı olan bilgili ve cesur varlıklar olarak karşımıza çıkar. Kells’in Sırrı’nda Brendan’ın ilk defa beyaz bir kurt olarak gördüğü Aisling, ormanın kendisine ait olduğunu söyler. Prenses Mononoke olarak bilinen San ise, ailesi tarafından terk edilmiş ve Moro adında beyaz bir kurt tarafından büyütülmüştür. Onu büyüten ve gerçek annesi kabul ettiği Moro bir kurt olsa da San, bir insan olarak doğmuştur. Bu nedenle ne tam kurt ne de tam insan olarak kabul edilir fakat ne zaman insan olduğu söylense büyük bir öfkeyle bunu reddeder. Ona göre ormanlarına ve ailelerine bunca zarar vermiş olan insanlarla aynı soydan olma düşüncesi katlanılamazdır. Hem San hem Aisling ilk başta ormanlarına gelen yabancılara karşı önceki deneyimlerinden dolayı tedbirli ve düşmanca yaklaşsalar da daha sonra onların iyi niyetlerini anladıklarında birçok zorluğun üstesinden gelmelerine yardımcı olurlar. “Okami” olarak bilinen kurtlarla ilgili Japon mitlerinde aynı şekilde ılımlı bir yaklaşım görülür. Kurtlar, büyük bir korkuyla anılsalar da iyi davranıldığı ve saygı duyulduğu zaman toplulukları koruyan varlıklardır (Knight, 1997). Çoğu korkuyla ilişkili olan kurt mitleri, Moore ve Miyazaki’nin hikâyelerinde bambaşka ve daha olumlu bir kimlik kazanmaktadır. Bu sayede, var olan olumsuz yaklaşımın değiştiği ve bu tür mitlerdeki imgelerin yeni anlamlar kazandığı söylenebilir. Mitlerin yeniden yorumlanması ve şu anki eşitsizliklerin geçmişe dayalı meşrulaştırmaları olarak kalmaması, özellikle animasyon gibi çocuklardan yetişkinlere kadar her yaş grubuna hitap eden bir alanda yenilikçi bir yaklaşımdır.
Sonuç olarak ormanın, doğanın, ağaçların ve kurtların mitleri arasında insanlığın ve tabiatın birçok sırrının saklı olduğu görülür. Animasyonun sihriyle birleşen ve yer yer yeniden yorumlanan bu mitler, birçok hikâyenin ve onların taşıdığı umudun da kaynağı olmuştur. Kimi zaman korkulan kimi zaman çıkarlar için yok edilen doğa ve içinde barınan canlılar, sonsuz bir döngüde insanlarla ve onların yaratılış öyküleriyle birbirine bağlanır. Prenses Mononoke ve Kells’in Sırrı animasyonları, orman ve doğa mitlerini kendi kültürlerindeki yansımalarıyla anlatmanın yanı sıra bazı noktalarda bunları yeniden yorumlayarak var olan motiflerde farklı bir bakış açısı getirir. İki animasyonda da tamamen mutlu denebilecek bir son yerine ucu açık bir umudun gösterildiğine şahit olunur. Karakterlerin vahşi kabul edilen ormanda çıktığı yolculuk izleyiciye yaşamı, siyah ve beyaz arasındaki dengeyi ve ışığı hatırlatır. Estés’in büyülü sözlerinden yararlanmak gerekirse: “Masallar, mitler ve öyküler, vahşi doğanın arkasında bıraktığı patikayı şeçip ayırt edebilmemiz için görme gücümüzü keskinleştiren kavrayışlar sağlar” (1992/2003, s. 18). Bu patikada da insanların öğrenmesi veya değiştirmesi gereken birçok anlayışa dair ipuçları bulmak mümkündür.
KAYNAKÇA
Crews, J. (2003). Forest and tree symbolism in folklore. Unasylva, 54(213), 37-43. http://www.fao.org/tempref/docrep/fao/005/y9882e/y9882e07.pdf
Eliade, M. (1993). Mitlerin Özellikleri. (S. Rifat, Çev.). Simavi. (Orijinal eserin yayın tarihi 1963).
Emerson, D. L. (2019). Mythology in Children's Animation. Mythlore: A Journal of J.R.R. Tolkien, C.S. Lewis, Charles Williams, and Mythopoeic Literature, 38(1), 261-268. https://dc.swosu.edu/mythlore/vol38/iss1/32/
Estés, C. P. (2003). Kurtlarla Koşan Kadınlar: Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler. (H. Atalay, Çev.). Ayrıntı Yayınları. (Orijinal eserin yayın tarihi 1992).
Irish Around the World. (2018, Temmuz 16). Celtic Tree Of Life (Crann Bethadh): Meanings, Symbolism And History. Irish Around The World. https://irisharoundtheworld.com/celtic-tree-of-life/
IrishCentral Staff. (2020, Mart 23). The secrets of The Book of Kells. IrishCentral. https://www.irishcentral.com/roots/history/the-secrets-of-the-book-of-kells
Knight, J. (1997). On the Extinction of the Japanese Wolf. Asian Folklore Studies, 56(1), 129-159. https://doi.org/10.2307/1178791
Miyazaki, H. (Yönetmen ve Yazar). (1997). Mononoke-hime [Prenses Mononoke; Animasyon]. Studio Ghibli.
Moore, T. (Yönetmen ve Yazar). (2009). The Secret of Kells [Kells’in Sırrı; Animasyon]. Cartoon Saloon.
O’Brien, M. (2011). The Secret of Kells (2009), a film for a post Celtic Tiger Ireland?. Animation Studies, 6, Makale 5. https://journal.animationstudies.org/wp-content/uploads/2011/09/ASVol6Art5MOBrien.pdf
Rots, A. P. (2014). Forests of the gods: shinto, nature, and sacred space in contemporary Japan (doktora tezi). Oslo Üniversitesi Kültürel Çalışmalar ve Doğu Dilleri Bölümü. http://urn.nb.no/URN:NBN:no-44540
Wallner, A. (1998). The role of fox, lynx and wolf in mythology. Workshop on Human Dimension in Large Carnivore Conservation (KORA Bericht Nr.3). KORA. https://www.wsl.ch/land/products/predator/paper2.htm
Son Yazılar
Hepsini GörSümerliler tapınaklarını yedi katlı inşa ederlerdi. Bunu bir cuma günü Hasan’dan öğrendim. “Gerçekten herkesin okuması gereken bir...
İnsanlık tarihi boyunca varlığı en uzun soluklu olan edebi tür diyebileceğimiz destan; Aristoteles başta olmak üzere birçok fikir insanı...
Comments